Herkesin yaşadığı bu dünya, bana yabancı. Her yüzde, her elde, her değişkende yabancılık hissediyorum. Köklenmek istedikçe tutunamadığım eller, bana hep uzak. Zamana tutunmaya çalıştıkça, onu sürekli kaybetmek; zaman ise yabancı. Kalmak istediğimde sökülüp atıldığım her mekan, hep birer yabancı. Korunmak için dokunduğum kollardan arsızca savrulduğum, yaban ellerde de yabancıyım.
Kalbin dışına itilen, birleştikçe koparılan, söylendikçe arsızlaşan aidiyet duygusu; ona buna satıldığı için sahipsiz, köksüz. Kendi içimde bile kendime yabancıyım.
Not Zombiler apartmanı Dış kapının önündesiniz. Etrafa göz gezdirdiğinizde sağınızda, solunuzda bir canlı göremiyorsunuz. Kapıyı açıp usulca içeri giriyor ve dış kapının kapanma sesiyle birden irkiliyorsunuz. Koridorda ilerlerken çıt çıkmıyor; ölüm sessizliğini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Yavaş yavaş merdivenlerden çıkarken, bir ses ya da bir nefes duyma umuduyla basamakları tırmanıyorsunuz. Her adımda, boş ve harabe bir yere girmiş gibi içiniz daralıyor; korkuya kapılıyorsunuz. Ruhunuzdaki kasvet çoğalıyor, kalbiniz hızla çarpıyor ve ellerinizin terlediğini fark ediyorsunuz. Umudunuz, en son basamağı çıktığınızda sona eriyor.
Hayır, bu bir korku filmi değil; burası benim 17 yıldır oturduğum "Yaşayan Ölüler Apartmanı". Evimi çok seviyorum, ancak komşuluk kelimesinin anlamını bilmeyen; otoparktaki araçları ve kedileri değer ölçüsü sayan, bireyselliği savunan ve asosyal denilebilecek kişiliklerde yöneticiler olduğu için bu sevdiğim ortamdan soğumaya başladım. Burada oturan kiracıları ve yeni taşınanları yargılayamam. Yeni bir yere taşındığınızda yabancılık çekebilirsiniz, ancak daha önce burada oturanlar yakınlık gösterirse adaptasyon sorununu kolaylıkla atlatabilirsiniz.
Bir insan olarak, beni en çok ne yaralar biliyor musunuz? Aynı jenerasyonlardan geldiğinizi düşündüğünüz ve komşuluk bilinciyle yetişmiş olduğunu zannettiğiniz insanların, yıllardır aynı apartmanda oturuyor olsa da bu bilinçte olmadıklarını fark ettiğiniz an. Ah, "Devir böyle artık." demiyorlar mı? Asosyal ve insan sevmezliklerini saklamak için bu cümleye sığınıyorlar. Bizim apartmanda kapı neredeyse hiç çalınmaz. Kapı çalındığında, kim olabilir diye heyecana kapılıyorsunuz. Anlatıklarım size abartılı gelebilir, ama maalesef durum bu.
Bir gün apartmanda bir etkinlik düzenleyip, kek ve poğaça yaparak çay eşliğinde komşularla tanışmayı teklif ettiğinizde, tasvip ediyormuş gibi görünüp, aslında sizi de kendi soğuk yalnızlık çukurlarına çekiyorlar. Bu yüzden "yaşayan ölüler" terimini kullandım. Bu şekilde daha ne kadar yaşarız, bilmiyorum. Evinizde bir kalp krizi geçirseniz ya da ses çıkarmayacak kadar rahatsızlansanız, yandınız. Evladınız, akrabanız yoksa ve kimsesizseniz, bu apartmanda ölürseniz cesediniz muhtemelen kokar.
Televizyonlardan duyarız ya, apartmanda kötü bir koku yayıldığında polis çağırılır ve kapıyı açtırdıklarında anlaşılır ki komşunuz ölmüş. İşte bu şekilde televizyonlarda ya da sosyal medyada "Komşularıyla ilgilenmeyen insansı yaratıklar" olarak meşhur olabilirsiniz. Reklamın iyisi kötüsü olmaz, değil mi? Bu düşüncedeki insanların sayısı azımsanmayacak kadar fazla; ne yazık ki amip gibi, bakteri gibi, kanser hücresi gibi hızla ve geri dönüşsüz bir şekilde çoğalıyorlar. Son olarak, şunu söylemeliyim: Yalnız kalmış, yalnızlığın kapısını çalmayanlar, umarım bir gün yalnızlığın sancısıyla karşılaşmazlar.
"Neme lazım yardım etmeyi seven, hayır demeyi bilmeyen, oldukça hızlı, dikkatsiz ve sakar bir kadındır. O gün hem komşusu hem de samimi olduğu yakın arkadaşı, kendisi ile kuaföre gelip gelemeyeceğini sorar. Neme lazım, kabul eder. Arkadaşının bebeğini de arabasına bindirerek yola çıkarlar. Kuaföre girdiklerinde içerisi oldukça kalabalıktır. Bir müddet otururlar, bakarlar ki kuaförün işi uzun sürecek, "Biz en iyisi başka bir kuaföre gidelim" derler. Arkadaşı önden bebek arabasıyla çıkarken, yanında olan çantayı fark eden neme lazım içinden yardımseverlik aşkı belirdiği için, "Görüyor musun, bebeği olunca çantasını unuttu" deyip koluna takar ve arkadaşıyla beraber başka bir kuaföre giderler.
Orada bir müddet vakit geçirip işlerini bitirdikten sonra evlerine gitmek için dükkandan çıkarlarken arkadaşının yine bebek arabasını sürdüğü için unuttuğu sandığı çantasını tekrar omzuna alır. Bir müddet ilerledikten sonra arkadaşının kayıtsız hareketine kızan neme lazım, hafif sitemli bir şekilde gülerek şaka yollu, "Yahu anladık, bebek arabası sürüyorsun, yanına bir de çanta alıyorsun ama çantana sahip çıkmıyorsun, iki seferdir unuttun çantayı, ben taşıyorum" dediğinde, arkadaşı neme lazımın yüzüne soran gözlerle bakarak, "Ne çantası?" der. neme lazım elindeki çantayı gösterip, "İşte bu senin çantan değil mi?" der. Arkadaşı hala şaşkın şaşkın bakıp, "O benim çantam değil ki" der. Şaşıran Pakize, "Aman Allah'ım, o zaman bu kimin çantası?" der. Arkadaşı, "Ne biliyim ben, nereden aldın, kimin çantası olduğunu?" der. O anda neme lazımmı bir ateş alır. "Ya bu kimin çantası, ben bunu nereden almış olabilirim?" diye düşünüp ilk uğradıkları kuaförü hatırlar. Hızlı bir şekilde oraya yönelirler. Sağ olsun arkadaşı vukat olan yere girmek istemez ve neme lazım elindeki çantayla içinden bildik bilmedik bütün duaları okuyarak kuaföre girer. O an koşturarak üzerine gelen bir kadın, elindeki çantayı hızla çekip alarak hemen içine bakar. Neme lazım korkudan ne yapacağını bilmez durumda çantayı yanlışlıkla arkadaşının zannettiğini olayı yeni fark ettiğini ve hemen getirdiğini ifade eder. O anda çantayı elinden alıp içine bakan kadın, "İyi, içinden hiçbir şey alınmamış" diye söylenerek sinirli ve şüpheli gözlerle bakar. Kötü bir şey olduğunu anlayan neme lazım gerçekten yanlışlıkla aldım, ne olduğunu bilmiyorum, içine de bakmadım, zaten hırsız olsam çantayı getirir miyim?" diyerek kendini savunmaya çalışırken çantayı elinden hızlı alan kadın, "Götürdünüz, çantanın içinde altınların vardı, buraya iki kadın geldi ve çantamı çaldılar" diyerek, "Sizin eşgalinizi polise verdik" der. Demez neme lazım, bayılacak hale gelir. Meğerse o gün düğünü olacak olan yeni gelinin içinde altınları olan çantayı almış. Neme lazım içinden, "Allah senin belanı vermesin, elin ayağın tek dursun, sen kendi çantana sahip çık geri zekalı" diye kendisine saydıra saydıra tekrar özürler dileyip geri geri kapıya yönelip bir an önce bu kaostan kurtulmak için kendisini dışarı atar. Kuaförden çıktığı andan itibaren dörtnala İngiliz atı gibi koşturarak mahalden uzaklaşır ve bir daha hiç kimsenin çantasını taşımak için yardım etmez.",
Masmavi gökyüzünün binbir çeşit yeşili ile birleştiği, ve güneşin battigi mavi yeşil, kırmızı sarı renklerinin bütünleşerek bir noktada dans ettiği Kızıllılığa doğru dörtnala koşuyorum. esen hafif rüzgârla ve koşmamın etkisiyle sevişen yelelerimin ve kuyruğumun arkaya doğru coşkulu savruluşlarını hissederken, ayaklarım dörtnala koşarak nefesimim çarpıştığı iten rüzgârın kuvvetine rağmen bu kuvveti yara yara gergin, kaslı, güçlü heybetli gövdemle hedeflediğin ufka doğru varma umudumun hazzını yaşıyorum. dağların çıplak vahşi azgın görüntüsüyle birleşen kement vurulmaz bembeyaz arasıra şahlanarak ve vahşi duaya doğru varlığımı haykırırcasına kişneyerek esir edilmez durdurulmaz ruhum, ve asil görünüşümle arsızca, inatla, umutla, var gücümle vahşi doğanın en özgürü olarak doğanın acımasız kollarıyla kucaklaşıyorum.
Ağaç dala dal yaprağa muhtaçken, dal onu hiç bırakmayacakmış gibi yazın canlılığıyla sereserpe billur güzelliğiyle rüzgârla bir oraya bir buraya ahenkle dans eden yemyeşil canlı taze yapraklar misali, içimde yeşeren umutlarımla, zamansız dalın yaprağı bıraktığı gibi rüzgârlarda nereye sarrulacağını bilmeyen acımasızca ayaklar altında ezilen toprak olmuş umutlarım. ne kadar değişkensiniz. Umut var , başlatan ve yaşatan öbürü bitiren. Ve öldüren umutlarım ben var oldukça bitmeyeceksiniz biliyorum. umut ışıklarının biri sönerse başka bir umut ışığı parlayacaktır. Bir kapının kapanıp başka bir kapının açılacağı gibiunutma içimizdeki güçlü inançla her düşen yaprağınyerine mutlaka başka bir yaprak yeşerecektir.
Not 100 yıl Yaşasak da gezsek diyarları, türlü türlü envai çeşit yesek kavurma ile sebzeleri, Ne kadar gitmem diye diretsen de kalsan bu dertli dünyada, ölümlüsün çaren de yok bahanen de, gireceksin o toprağa.
Her nefis ölümü tadacaktır der Kur'an, ölümlü olmayı hatırlatır bize kainatı Cihan,
Dertten, tasadan hayat telaşından uzaklaşırken heyhat, Ölümlü olmanın huzurunu saracaktır bedenimizi göz yumduğumuz an. ekleme noktası sonda
100 yıl Yaşasak da gezsek diyarları, türlü türlü envai çeşit yesek kavurma ile sebzeleri, Ne kadar gitmem diye diretsen de kalsan bu dertli dünyada, ölümlüsün çaren de yok bahanen de, gireceksin o toprağa.
Her nefis ölümü tadacaktır der Kur'an, ölümlü olmayı hatırlatır bize kainatı Cihan,
Dertten, tasadan hayat telaşından uzaklaşırken heyhat, Ölümlü olmanın huzurunu saracaktır bedenimizi göz yumduğumuz an.
Bütün yemekleri sevdiğimden seçim yapamıyorum. karşındaki insanların hepsini sevemeyeceğime göre yemek ve lezzet olarak sevmediğin bir kişiye ne sunacağımı bilemedim. aklıma gelen ya aşırı tuzlu, aşırı acı, ya da bozulmaya 100 tutmuş yiyecekler aklıma geliyor. bazı insanlar aklıma geldiğinde çok tuzlu bir yemek yapılmış bu yemek içimi susuzluktan öldürüyor ve sızlatıyor. bazısı bozulmuş yelken lezzet veriyor ancak sonunda mide ağrısı yapıyor. bazısı da müthiş acı yedikten sonra yakıp kavuruyor. belki de hangi yemek olduğu değil yemeğin nasıl sunulduğu yenildiği ve o akılda kalan tattır belki de
Not "Eylemlerin ile kırdın, parçaladın, ezdin kalpleri, Bilmiyor, duymuyor, görmüyorsun ızdırap çektirişlerini. Dil ile dövülünce ah u feryat edip 'Ben ne yaptım?' diyorsun. Beşer şaşar, ey insan, kendini doğru mu sanıyorsun? Arkadan konuşunca dürüstlük abidesi oluveriyorsun, Yine de öyle san, melek yüzlü kanatlı şeytan!"